• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uyanisyayinevi
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905334645270
  • https://twitter.com/uyanisyayinevi
  • https://www.instagram.com/uyanisyayinevi

Günün Sözü

“Nimet şükür ister, şükretmezsen gider; şükür, nimeti ziyadeleştirir.”

 

Sohbetlerimiz esnasında sıklıkla duyarız:

“Akşam yemek yerken, dişime taş geldi zannettim; bir de baktım, dişimin bir parçası ağzımda... Aslında dişim sapasağlamdı, birden kırılıverdi…” 

Bazı hâdiseler neticesinde dişler zayıflayarak kırılabilir. Bir ömür boyu, gıdaların yutulacak hâle gelmesi için ağzımızda değirmen taşları gibi çalışan dişlerimizin yaratılış hikmetlerini hiç düşündük mü? Onların önemini ancak kırıldıklarında, protez veya dolgu yaptırırken canımız yandığında fark ediyoruz. Hâlbuki inci gibi dizilmiş bu kıymetli organların yapı ve işleyiş özellikleri iyi bilinse, onlar kırılacak ve çürüyecek hâle gelmeden, basit tedbirlerle kurtarılabilir.

Diş çürüklerine ve diş etlerindeki hastalıklara bakterilerin sebep olduğunu biliyoruz. Ağızdan hiçbir zaman eksik olmayan bu bakteriler, dişlerin üzerine yapışarak yaşamaya başlar ve ağız içi temizliği yapılmazsa, ağızdaki gıda artıklarıyla iyice güçlenir. Dişe yapışan bakteriler, salgıladıkları asitlerle dişleri ve dişi kemiğe bağlayan lifleri eriterek tahrip etmeye başlar. Daha sonra, dişin eriyen mine tabakasından içeriye girip organik kısımları yemeye başladıklarında ise, çürükler meydana gelir. Dişi, çene kemiklerine bağlayan lifler de eritildiği için, dişler sallanmaya başlar. Bütün bunlara rağmen, dişlerimiz savunmasız bırakılmamış olduklarından, belli bir dayanma sınırını aşmadığı müddetçe kolay kolay çürüyüp kırılmaz.

Diş; taç ve kök olmak üzere iki temel kısımdan yapılmıştır. Ağız içinde görünen bölüme taç; ağız içinde görünmeyen ve dişin çene kemiğine tutunmasına vesile olan kısma da kök denir. Her iki bölümdeki muhtelif tabakalar, dişe temas eden her türlü tesirin çene kemiğine iletilmesinde ve dişin çürüklere karşı savunulmasında mühim vazifeler görür.

Taç, dıştan içe doğru sırasıyla; mine, dentin ve pulpa (diş özü) dediğimiz üç tabakadan müteşekkildir. Embriyolojik hayatta dişin diğer bütün dokuları embriyonun mezoderm (orta) tabakasından gelişirken, mine tabakası ektodermden (dış tabaka) menşe alır. Ektoderm aynı zamanda embriyolojik hayatta derimizin de geliştiği dokudur. Organizmada deri nasıl vücudu örtüp, dış tesirlerden koruyorsa, dişin içindeki pulpa (öz) ve dentini (diş kemiği) de, dişin derisi konumundaki mine dokusu örter ve korur. 

Şeffaf bir yapıya sahip kılınan minenin % 96’sı mineralden, % 2’si organik dokudan, % 2’si de sudan yaratılmıştır. Mine, muhteviyatındaki yüksek mineral oranı sebebiyle vücuttaki en sert dokudur. Pırıl pırıl parlayan bir elmas ile sağlam bir matkap ucu arasındaki ortak nokta nedir? İşlenmemiş ham elmas “bütün minerallerin, bütün malzemelerin” sertlik şampiyonudur. Bu yüzden kristal elmas her türlü malzemeyi kesme, delme ve düzletme işleminde kullanılır. Bütün minerallere sertliklerini belirlemek maksadıyla puanlama yapan bilim adamları, elmasa 10 üzerinden 10 puan vermeyi uygun bulmuşlardır.

Minenin sertlik derecesi ise ‘7’ civarındadır. Bir yaratılış harikası olan dişin, en çok kuvvet alan çiğneyici yüzeylerinde mine kalınlığı 2–2,5 mm. kadardır; ancak diş etine yakın bölgelerde bu kalınlık 0,1 mm’ye kadar düşmektedir. Bu hususiyeti ile dişler, üstlerine binen kuvvete daha dayanıklı kılınmışlardır. Aynı zamanda, dişin dayanıklılığını artıran bu sertlik, dişteki kan damarları ve sinirleri barındıran pulpayı da bir zırh gibi korur. Minedeki mineraller, belli bir istikamette dizilerek mine prizmaları olarak isimlendirilen sütuna benzer şekiller oluşturmaktadır. Mine prizmaları; dalgalı, hafif burgulu ve kesintisiz uzanırlar. Elektron mikroskobuyla yapılan çalışmalar, her mine prizmasının mükemmel geometrik bir sistem (sütunlar) içinde yaratıldığını göstermiştir.

Ayrıca her bir mine sütunu, üniteler şeklinde düzenlenmiştir. Ağırlıklı olarak kalsiyum hidroksiapatit kristallerinden yapılmış mine prizması, üzerine gelen kuvvetlerin dişin alt dokularına zararsızca aktarılmasında vazife alır. Minenin en alt ve en üst tabakalarının prizmasız olması da, diğer bir yaratılış harikasıdır. Bu tabakaların prizmasız olmasıyla, dişe gelen kuvvetlerin dengeli dağılması temin edilir. 

Ağzımızın içi, kendi çapında bir kimyevî lâboratu­vara sahiptir. Burada, mükemmel şekilde dengelenmiş iyon alışverişleriyle dişlerin yıpranması engellenir. Mine dokusuyla tükürük arasında sürekli bir mineral alışverişi vardır. Bu sayede mine devamlı olarak yenilenmektedir. Ancak bizim ihmalimizle, dişin üzerine yerleşen bakteriler ve bunların ürettiği asitler, diş minesinin eriyerek çözünmesine sebep olur ve mine çürüme başlar. Çürükler sebebiyle minenin kaybedilmesi hâlinde, mine dokusu yenilenemez. Eğer tükürük salgılamamızda bir arıza yoksa, tükürükteki mineraller vasıtasıyla, bakterilerin ürettiği asitlerin tesirleri tamponlanarak azaltılır. Ancak, dişlerin fırçalanmamasına bağlı olarak bakterilerin oluşturduğu plâk, tükürükteki bu faydalı minerallerin mine yüzeyine ulaşmasına mâni olur ve asitlerin tamponlanmasını engelleyerek diş çürüğünün oluşmasını hızlandırır.

Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dişlerin misvakla temizlenmesi hususundaki tavsiyesi, çürüğe sebep olan bakteri plâğının mine üzerinden uzaklaştırılması için tatbik edilebilecek en güzel metotlardan birisidir.

Dişin büyük kısmını teşkil eden dentin veya diş kemiği; dişin merkezinde bulunan sinir ve damar paketlerini ihtiva eden pulpa (öz) dokusunu çepeçevre saran bir tabakadır. Dentin, minenin aksine ışığı emer ve dişe esas rengini verir. Nispeten kemik dokusuna benzetilebilen dentin, sert bir dokudan yapılmasına rağmen hafif bir esnekliğe sahiptir. Yine mükemmel bir yaratılış harikası olarak sert doku altına yerleştirilmiş bu esnek amortisör dokusu sayesinde, bir yandan sert mine dokusundan dişe iletilen kuvvetler hafifletilirken, diğer taraftan mine dokusunun kırılganlığı azaltılır. 

Dentin dokusunun % 70’i inorganik maddeden, % 18’i organik maddeden, % 12’si de sudan müteşekkildir. Organik ve inorganik bileşenlerin nispeti; kişiye, yaşa ve dişte bulunduğu bölgeye bağlı olarak değişir. Minenin aksine dentin dokusu canlı bir doku sayılır. Dentinde mineden farklı olarak kanalcıklar bulunmaktadır. Bu kanalcıklar pulpa-dentin sınırından mine–dentin sınırına doğru uzanırken birçok yan dala ayrılır. Bilhassa mine-dentin sınırında bu kanalcıklar birbiriyle daha fazla bağlantı kurar. Bu kanalcıklar içinde, dentin dokusunun meydana gelmesinde rol alan ve diş pulpasının temel hücreleri kabul edilen “odontoblast” hücrelerinin uzantıları bulunmaktadır. Bu uzantılar da dentin kanalı içinde yan dallar vererek odontoblastların birbirleriyle irtibatını sağlar. Dentindeki bu kanalcıkların içinde, odontoblast hücrelerinin uzantılarının yanı sıra, sinir uçları ve dentin lenfi denen bir sıvı bulunmaktadır. İlmî çalışmalar, dentin kanalcığında her zaman sinir liflerinin bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Sinir liflerinin olmadığı durumlarda dentine ulaşan uyarılar, dentin lenfi ve odontoblast tarafından pulpaya iletilir. 

Diş minesinde başlayan çürük, dentine ulaştığında daha hızlı ilerlemeye başlar. Bunun sebeplerinden biri, dentinde bulunan kanalcıklar sayesinde çürüğe sebep olan mikroorganizmaların daha hızlı ilerlemesidir. Ancak, yine sonsuz bir ilim ve Kudret’in eseri olarak, mine-dentin sınırındaki dentin dokusuna kanalcıklar konulmamıştır. Eğer mikroorganizmalar dentinin en dışındaki bu tabakayı da geçerse, Rahmeti Sonsuz’un takdiriyle dişte başka bir savunma mekanizması çalıştırılır: İki kademeli bu mekanizmanın birincisinde, dentin kanalcıkları minerallerle tıkanır ve mikroorganizmaların önüne bir set inşa edilir; ikincisinde ise, dentin kanalcıkları içindeki uzantılar vasıtasıyla uyarılan ve dentin dokusunu salgılayan odontoblastlar harekete geçirilir. Böylece yeni dentin dokusu salgılanır. Bu yeni dentin içinde kanalcıklar çok az olduğundan veya hiç bulunmadığından pulpanın geri çekilmesi temin edilir. Burada da yine Sâni-i Hakîm’in bir eseri olan, harikulade ölçü, plân ve sisteme bağlı bir yaratılış harikası görmekteyiz. 

Dişin merkezî boşluğunu dolduran pulpa, içinde kan dolaşımı olan yegâne diş dokusudur. Pulpa odacığının şekli, dişin şekli ile uyumludur ve her bir diş için karakteristiktir. Pulpa yapısı yaşla farklılık gösterir. Yapısında damar ve sinirlerden başka birçok hücre çeşidi barındıran pulpanın en bilinen hücreleri odontoblastlardır. Bu hücreler yukarıda da anlatıldığı üzere hem dentinin hem de pulpanın bir parçası sayılır. Pulpada bu hücrelerin yanı sıra farklılaşmamış (alacağı sinyale göre her türlü hücreye dönüşebilecek) mezenşimal kök hücreleri de bulunmaktadır. Herhangi bir sebeple pulpada bulunan odontoblastların ölmesi durumunda bu hücreler uyarılır ve farklılaşmalarını tamamlayarak yeni odontoblast hücrelerini oluşturur. Bir başka deyişle, Müdebbir-i Hakikî, dişlerimize de “yedek askerler” gibi bekleyen bu kök hücrelerini armağan etmiştir. Bu askerler, ihtiyaç duyulunca vazifelerinin başına geçerler. 

Çürük, pulpa dokusuna kadar ulaşırsa, mikroorganizmalar buradan bütün vücuda yayılabilir. Ancak, burada da başka bir müdafaa mekanizması devreye sokulur: Pulpa içinde odontoblastların yanında, akyuvarlar da bulunmaktadır. Pulpa dokusu içinde bulunan damarlar vasıtasıyla buradaki mikroorganizmalara ulaşan akyuvarlar, kendilerine verilmiş eşsiz mücadele ve mikrop yeme (fagositoz) kabiliyetleriyle onları tesirsiz hâle getirir. Şayet dişimize saldıran mikroorganizmaların sayısı akyuvarların mücadele edemeyeceği kadar çoksa ve toksinlerin miktarı da fazlaysa, pulpa dokusu canlılığını kaybeder.

Diş kökünü saran dokuya, yapıştırıcı çimento manasında sement adı verilir. Bu dokunun dağılımı ve kalınlığı, kökün çeşitli yerlerinde birbirinden çok farklı olabilir. Sement dokusunun % 65’ini inorganik madde, % 23’ünü organik madde, % 12’sini de su teşkil eder. Bu dokuyu salgılayan özel yapılmış hücreler, ömür boyu bu faaliyetini sürdürür. Böylece yaşın ilerlemesiyle sement dokusu kalınlaşır. Sement dokusunun içinde, sharpey lifleri bulunmaktadır. Çok önemli vazifeler verilen bu lifler, dişten çıkarak çene kemiğine yapışır. Dişi, kemiğe mekanik olarak “periodontal lifler” veya “periodontal ligamentler” bağlar. Bu lifler, sement içine gömüldüklerinde, bütün sement kalınlığı boyunca devam eder. Diş köklerinin çevresinde, arabalardaki amortisör sistemine benzer bir sistem vardır. Dişe iletilen çiğneme kuvvetleri bu amortisörler vasıtasıyla yumuşatılır ve böylece çene kemiğine daha az kuvvet iletilmiş olur. 

Sement dokusu, çürüğe karşı dişin en hassas dokularından biridir. Bu yüzden çok mükemmel izole edilmesi için, diş eti ve kemik dokusuyla örtülmüştür.

Dolayısıyla ağızdaki mikroorganizmaların sement dokusuna ulaşmasına engel olunur. Ancak diş temizliğine gerekli önemin verilmemesi sebebiyle oluşan diş taşları; diş etlerinin çekilmesine ve savunmasız kalan kök yüzeyinin çıplak hâle gelerek mikroplu ağız ortamına açılmasına sebep olur. Ancak bu noktada da Rahmeti Sonsuz yeni bir savunma mekanizmasını devreye koyar. Tükürükte bulunan mineraller kök yüzeyine çökelir, sement dokusunun mineral nispeti artar ve böylece bakterilerin ürettiği asitlere karşı, dişler daha dirençli bir hâle getirilmiş olur. 

Evet, “Nimet şükür ister, şükretmezsen gider; şükür, nimeti ziyadeleştirir.” düsturunca; muhteşem hususiyetlerle yaratılmış dişlere gerekli ihtimamın gösterilmesi ve düzenli ağız bakımının yapılması, bizlere bu nimetleri sunan Zât’a (celle celâluhu) şükrün bir ifadesi olsa gerektir.

Yrd. Doç. Dr. Orhan EKER / Sızıntı Dergisi



1454 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Okuyalım, Okutalım
Site Haritası